Receptive multilingualism
Growing up “abroad” often means learning at least two or three languages that can be used in daily life. But some people may be able to understand only one language without being able to speak it, a phenomenon called “receptive (passive) multilingualism”: you know what’s being said, but you have no control over the language.
The brain works hard to channel languages for communication even if we cannot speak them. There are two parts of the brain involved in the process of speaking and understanding language. One part understands the language, while another part is responsible for speaking. Both regions are connected to transfer information.
Receptive multilingualism occurs because there is a difference between the brain activity of “understanding” and “speaking” a language. If you are exposed to a language long enough, it is easier and faster to understand than communicate in it. This is because understanding a language involves the brain’s ability to infer – assuming you grew up in a family that speaks Turkish, and you only speak English. If someone says, “Hava sıcak!”, your brain picks up “Hava” and “sıcak” because you have heard them before. This allows you to conclude that the person is talking about hot weather. The more similar the two languages are, the easier it is to understand.
However, speaking a language is a completely different matter. First, you have to think about how you want to respond – let’s say you agree and want to talk about how much you miss the rain. Now you have to convert it into the very specific linguistic sentence structures and formulations unique to the language – you can’t translate it directly because it doesn’t make sense as an English sentence. Your brain has to rephrase your Turkish response into “Yağmuru özledim”. Then your brain has to remember how the words are pronounced and say them out loud. This particular function can only be achieved through repeated practice, almost as if we are training the muscles of our brain.
There is also a social phenomenon that prevents people from speaking languages they understand so well – the fear of failure and shame. People often don’t focus on speaking certain languages because the language may be irrelevant to their location and context. For example, second-generation immigrants prefer to learn the language spoken in the country where they live rather than their mother tongue. Lack of practice and exposure to a language can also undermine an individual’s previously learned ability to speak fluently and make them self-conscious about speaking in that language overall.
For those who want more than just understanding, the best way to move beyond merely understanding a language is to practice speaking it until you develop the confidence to be fluent.
Read more about “Bilingualism” in our blog.
What about you? What do you experience? Share with us!
Keep following us, it’s worth it! You are giving your child the best gift!
We would be happy to meet your child at merhabakids.
https://www.facebook.com/merhabakids
https://www.instagram.com/merhabakids
https://www.youtube.com/@merhabakids
Reseptif çokdillilik
“Yurt dışında” büyümek genellikle günlük hayatta kullanılabilecek en az iki veya üç dil öğrenmek anlamına gelir. Ancak bazı insanlar, “reseptif (pasif) çokdillilik” denilen bir olguda sadece bir dili anlayabilirler ancak konuşamazlar: ne söylendiğini biliyorlar ancak dili kontrol edemezler.
Beyin, dil iletişimi için dilleri yönlendirmek için çok çalışır, hatta biz konuşamadığımız dilleri bile anlayabiliyoruz. Konuşma ve dil anlama sürecinde iki beyin bölgesi yer alır. Bir bölüm dil anlamını, diğer bölüm ise konuşmayı yönetir. Her iki bölge de bilgi transferi için bağlantılıdır.
Reseptif çokdillilik, bir dilin “anlaşılması” ve “konuşulması” arasındaki beyin aktivitesi farkından kaynaklanır. Bir dille yeterince uzun süre maruz kalırsanız, onu anlamak konuşmaktan daha kolay ve daha hızlı olur. Bu, bir dilin anlaşılması, Türkçe konuşan bir ailede büyüdüyseniz ve sadece İngilizce konuşuyorsanız, “Hava sıcak!” dense, beyninizin “Hava” ve “sıcak” kelimesini algılamasıdır çünkü daha önce duymuşsunuzdur. Bu, kişinin sıcak hava hakkında konuştuğu sonucuna varmanızı sağlar. İki dil birbirine ne kadar benzerse, anlamak o kadar kolaydır.
Ancak bir dilin konuşulması tamamen farklı bir konudur. İlk olarak, nasıl cevap vermek istediğinizi düşünmeniz gerekiyor – diyelim ki katılıyorsunuz ve yağmurun ne kadar özlediğinizi konuşmak istiyorsunuz. Şimdi, bu konuşmayı, dili benzersiz yapan çok özel dilbilgisi yapılarına ve ifadelerine çevirmeniz gerekiyor – bunu doğrudan çeviremezsiniz çünkü İngilizce bir cümle olarak anlamlı değildir. Beynin, Türkçe cevabınızı “Yağmuru özledim” şeklinde yeniden ifade etmesi gerekiyor. Sonra beyin, kelimelerin nasıl telaffuz edildiğini hatırlamalı ve yüksek sesle söylemelidir. Bu özellik, adeta beynimizin kaslarını eğitiyormuşçasına tekrarlanan pratiklerle elde edilebilir.
İnsanların çok iyi anladığı bir dilde konuşmaktan alıkoyan bir sosyal fenomen de vardır: başarısızlık ve utanma korkusu. İnsanlar belirli dillere odaklanmayı tercih etmezler çünkü bu diller konumları ve bağlamları açısından önemsiz olabilir. Örneğin, ikinci nesil göçmenler ana dilleri yerine yaşadıkları ülkede konuşulan dili öğrenmeyi tercih ederler. Dilin pratik yapmama ve maruz kalma eksikliği, daha önce öğrenilen yeteneğin konuşma konusunda özgüven eksikliği yaratmasına neden olabilir.
Sadece anlamaktan daha fazlasını isteyenler için, sadece bir dilin anlaşılmasından öteye gitmenin en iyi yolu, akıcı olmak için özgüven kazanana kadar onu konuşmayı pratik etmektir.
Ikidillilik hakkında burada daha çok bulabilirsiniz! Devam okuyun.
Peki ya siz? Sizin deneyiminiz nedir? Bizimle paylaşın!
Bizi takip etmeye devam edin, değer! Çocuğunuza en güzel hediyeyi veriyorsunuz!
Çocuğunuzla merhabakids’te tanışmak bizi mutlu eder.
https://www.facebook.com/merhabakids
https://www.instagram.com/merhabakids
https://www.youtube.com/@merhabakids
#online #türkçe #turkishlanguage #bilingual #çocuk #ikidillilik #yabancıdil
Categories: Bilingualism